Aile, Dunya, Egitim, Gelisim falan, OkulHayati

O kozadan er-geç bir kelebek çıkacak

Üniversite hariç, hayatımın hiç bir döneminde okulu sevmedim. Bunda hem yaşantımdaki çalkantıların (İlkokulda dört, ortaokul ve lisede üç okul değiştirdim), hem dışarıdan gayet ağırbaşlı, uyumlu birisi gibi görünmeme rağmen ruhumda kopan fırtınaların, bir yandan da otoriteye karşı inanılmaz bir alerji geliştirmemin payı var. Kafamın Türkçe dışındaki derslere pek basmadığını da eklemem lazım.

Tüm bu etkenlere bağlı olarak vasat bir öğrenciydim. Aslında zeki olduğumu biliyordum. İşin güzel yanı, bunu ailem ve bazı öğretmenlerim de biliyordu. Neyse ki ebeveynlerim okuldaki durumum nedeniyle beni fazla sıkmadılar yoksa sanırım ya yarım bırakırdım ya da bunalıma girerdim.

Okul hayatım boyunca, bir çok kişinin “gülüp geçilecek anılar” diyerek geçiştirebilecekleri şeyler beni hep yaraladı. Mesela bir arkadaşım vardı, çok gösterişli bir kızdı. Yaşından büyük gösteriyor, hatlarıyla, hareketleriyle dikkat çekiyordu. Beden Eğitimi dersinde kısa şortlar giyerdik. Hepimizin şortu aynıydı ama bu arkadaşın vücudu daha erken geliştiğinden şort daha farklı duruyordu. Öğretmen, onun şortunu dışarıdan aldığını sandı ve bağırmaya başladı. Kızcağız “ama öğretmenim…” dedikçe konuşturmuyor, resmen kıza hakaret ediyor, o hakaret ettikçe ben sinirden delirecek hale geliyordum. Sinirini yeterince kusmuş olacak ki, hakaretleri bittikten sonra sustu ve bize takla attırmaya başladı. Sıra bu arkadaşa geldiğinde atmak istemedi. “Öğretmenim şortum çok açılacak” dedi sessizce. Öğretmen ters ters baktı ve şöyle cevap verdi: “Senin için fark eder mi?” Bunu duyduğum anda dünya sanki başıma yıkıldı. Daha fazla orada duramadım. Spor salonunun kapısını çarpıp çıktım. Sonra da ceza aldım.

Başka bir gün, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni, sınıfta gürültü yapan bir çocuğa önce kitap fırlatmış (İçinde dua var ya, dersinin kitabını fırlatamayacağı için aramış, taramış, ön sıradan bulduğu Coğrafya kitabını atmıştı) Arkasından da “Allah belanı versin” diye bağırmıştı.

Okul taksidi geciktiği zaman eğer belli bir dönemi geçmişse öğrencilerin isimleri Pazartesi günü yapılan törende okunurdu. Bazen benim adım da olurdu listede. İsimleri okunan arkadaşlar genelde utançlarını çılgınca hareketlerle kapatmaya çalışırlar veya umursamıyormuş gibi davranır, pişkinliğe vururlardı. Benim ise gözlerim dolardı. Öfkeden… Her şeye kızardım, okul müdürüne, taksidi geciktiren babama (sanki elindeymiş gibi, besbelli denkleştirememişlerdi), sonra da hayata kızardım.

İşte ben bunlara dayanamıyordum. Hem, neden koridorda koşamıyorduk? Neden dünya klasiklerini, daha ortaokul ikinci sınıfta yemiş yutmuşken Türk Dili dersinden ittire kaktıra 60 alıyordum? Neden öğretmen izin vermeden konuşamıyorduk? Öğretmenler herkesle istediği gibi konuşurken neden biz aklımıza gelenleri onlara söyleyemiyorduk? Aramızdaki mesafe ne için gerekliydi? Neden resim dersinde o sevimsiz vazoyu çizmek zorundaydım? Neden istediğim mesleği yapmak için bayılana kadar havuz problemi çözüyordum? Dersler bu kadar sıkıcı olmak zorunda mıydı? Neden kapıcı çocukları arka sırada oturuyordu? Neden sınıfta, herkesin içinde “anneniz babanız ne iş yapıyor?” diye soruyorlardı? Öğretmenim neden bazı çocuklara daha sevimli, bazılarına daha soğuk davranıyordu? Sevgili olmak, yüksek sesle konuşmak, çizgili çorap giymek yasakken, koridorlarda dolaşıp ona buna sataşan zorba tiplerin diğerlerinin hayatını karartmasına nasıl göz yumulabiliyordu? “Başarısız” “Çizgi dışı” veya “aptal” öğrenciler niçin daha az seviliyordu? “Aptal” doğmak onların suçu muydu? Sorunlu ergen deyip geçmeyin. Bazı insanların dünyayla daha fazla dertleri oluyor. Ben de onlardan biriyim…

Şimdi bir çocuk büyütüyorum. Geçmişte taşıdığım her his hala içimde. Ama elimden geldiğince endişelerimi ona yüklememeye çalışıyorum. Okulunu sevsin, arkadaşlarını sevsin, benim kalbimi acıtan hiç bir acı onu yakmasın istiyorum. Tabii şimdiki çocuklar bizden daha şanslı. Öğretmenleri farklı, dahil oldukları dünya, başka bir dünya, daha da önemlisi ebeveynleri farklı. Şu anda, bir okulda taksidini ödemeyen öğrencinin isminin törende okunduğunu hayal edebiliyor musunuz? Kesin o anı velilerden ya da öğrencilerden birisi videoya çeker, video akşamına YouTube’a, Facebook’a düşer, sonra aile Prime Time’da televizyona çıkar, kısacası yer yerinden oynardı.

Fakat yine de bir burukluk var içimde. Rüzgar, yakında ilkokula başlıyor. Hepimizin çocuğunun olduğu gibi, kendince “bambaşka” bir çocuk olan oğlumun farklılıkları törpülenecek, anlam veremediği onlarca kurala uymak zorunda kalacak, “eğitim” denilen sürecin tüm sancılarını çekecek, belki o ortaokula başlayana kadar üç kez daha sistem değişecek, duymak istemediğimiz şeyler duyacağız, yüzlerce sınava girecek, biz her ne kadar desteklemesek de akademik başarı belki de hayatının tek gerçeği olacak. Zorbalıkla başa çıkmaya çalışacak, yeri gelecek kalabalıklar içinde yalnız kalmamak için “sürüye” uyacak, bunların hepsi kaçınılmaz…

Tüm bu güçlüklere rağmen, dilerim ki güzel oğlum, sen annenden daha mutlu, daha olumlu bir öğrenci olursun. Eğlenceli, hatırlanmaya değer anılar biriktirirsin.Yıllar sonra okuma olasılığına karşılık buraya yazıyorum:

Şu anda, her ne olduysan,

ister roket mühendisi, ister belediye memuru veya işsiz;

ister dünyayı değiştirmiş ol, ister kendi dünyasında yaşayan bir yalnız ruh,

sen benim en büyük kahramanımsın.

Seni çok seviyorum.

Olduğun gibi…

Ruzgar Okul Oncesi

Geçen yıl, oğlum birinci sınıfa başlarken yukarıdaki satırları yazmıştım onun için… Paniğe kapılmıştım, bir anda sanki yeniden bebeklik dönemine dönmüştüm, veli olma dünyasında acemiydim, heyecanlıydım, daha da önemlisi korkuyordum. Ancak oğlum şaşırttı beni. Beklediğimden kolay oldu her şey. Daha da önemlisi okulunu, öğretmenini çok sevdi. Çok parlak bir öğrenci değil belki ama motivasyonu yüksek.

Bu arada sık sık seminerlere katılıp ufkumu açmaya çalışıyorum. Ay başında, TED Bodrum Koleji evsahipliğinde Bodrum’a gelen Yrd. Doç. Dr. Nevin Dölek’in “Çocuk yetiştirmede hoşgörü ve kontrol sarkacı” başlıklı sunumu da ufkumu açan seminerlerden birisi oldu. Bu yazımda, faydasına inandığımdan, seminere katılamayan ebeveynler için aldığım notlardan satır başlarını paylaşmak istiyorum. (Parantez içleri benim yorumlarım)

Çocukların, daha doğrusu insanlığın önceliği, öğrenmek, düşünmek, çalışmak vs.. değildir. Bir bebek, doğduğu andan itibaren, içgüdüsel olarak sizi gözlemler ve hayatta kalma içgüdüsü oluşturur. Doğanın önceliği budur: Ayakta kalmak!”

Bebeğin hayatta kalma içgüdüsünün bir bölümü ‘sevilme’ duygusu üzerinde yoğunlaşır. Bebek ‘Korunmaya ihtiyacım var, annem beni korur, beni koruması için onu mutlu etmeliyim’ şeklinde düşünür. Büyüdüğünde de, her dersten tam not alan, sürekli çalışan, çevresinde örnek olarak gösterilen çocuklara genelde imrenilse de aslında çoğunun altında ebeveynlerini memnun etmeye çabalayan bir bebek vardır. Düşünülenin aksine, duygusal anlamda sağlıklı olan çocukların genelde dersleri vasattır. Çünkü o çocuğun farklı ilgi alanları vardır, sosyaldir, tüm zamanını derslerine vermesi olanaksızdır. Şunu unutmayın, bir insan istediği kadar iyi bir eğitim almış, parlak bir öğrencilik geçirmiş olursa olsun, sosyal açıdan zayıfsa, kariyerinde yerinde sayması kaçınılmazdır.”

(Bu noktada belirtmem gerekir ki, “sosyal”, o kurstan bu etkinliğe sürüklenen, spor yapan, piyano çalan, drama dersleri alan değil, çevresiyle doğru iletişim kurabilen, kalabalığa karışmakta güçlük çekmeyen, kendini ifade edebilen anlamında kullanılıyor)

Çocuğumuzun tepkileri bizden gelenlerle oluşur. Eğer tedirgin ve sıkıntılıysanız, nedenin bilmediği halde o da huzursuzlanır. Yaşamı sizi gözlemleyerek yorumlayan çocuk için en önemli sorular, ‘Güvende miyim?’ ‘Her şartta korunacak mıyım?’ ‘Değerli miyim?’ sorularıdır. Güvenli bağlanma bu soruları olumlu şekilde yanıtlanan çocuklar ile anneleri arasında gerçekleşir. Güvenli bağlanan çocuk, annesinden uzaklaşsa da, günlük yaşantısında sorunlarla karşılaşsa da tedirgin olmaz. Endişeli çocuk ise ya annesine yapışır, ya saldırganlaşır, ya da ona tamamen uzaktır.”

İlkokula başlamasından itibaren ailede şöyle bir ihtiyaç başlar: Çocuğu ders çalışırken görme ihtiyacı. Bunun gerçekten çocuğun gereksinimi mi, yoksa sizin kişisel isteğiniz mi olduğunu saptamak gerekir. Dersini iyi dinleyen, ödev yapan bir çocuk için ders tekrarı çok önemli değildir.”

Çocukla iletişiminiz, onun gelecekteki tavrını belirler. Hayat tozpembe değil. Onlar her zaman dört dörtlük bir dünyada yaşamayacaklar. Sorunlarla karşılaşmaları eğer ebeveynlerinin tavırları dengeliyse, çocukları korktuğumuz kadar etkilemez.

Çocukların genel yapısı ilkokuldan sonra pek değişmez. Sadece arkadaş ilişkileri onları farklılaştırabilir. Çünkü çocuklar belli bir yaştan sonra ailelerinden çok arkadaşlarına değer verirler. Anneyle çekişme başlar. Birey olma güdüsü güçlenir.

(Bu noktada, ergenliğe kadar geçen dönemde çocuğumuza verdiğimiz eğitimin önemi ortaya çıkıyor. Nevin Hoca bu noktada hepimizi güldüren “Evladına saçını süpürge etmiş annelerin çocuklarıyla evlenmeyin” şeklinde bir öğüt verdi. Ardından “Anneliğin suyunu çıkarmayın” diyerek. Şimdiki babaların harika olduğunu, yakında göğüsleri çıkmaya başlarsa şaşırmayacağını da söyledi 🙂 )

Kültürümüzde, ebeveynlikten genel bir aşırılık hali var. Eleştiride de, övgüde de aşırıya kaçıyoruz. Çocuğumuz için de, eşimiz için de sıfat kullanmamalıyız. Çocuğunuzun yaptığı bir hareket sonucunda ‘Çok akıllısın’ yerine ‘Bu yaptığın çok hoşuma gitti’ deyin. Bu yaklaşım, saptamadan uzaklaşıp, duygularınızı ortaya çıkartmanızı sağlar. “

Eğitimde 3K önemlidir.

1- Problemi Kabul (Problemlere sorun olarak değil, öğrenme fırsatı olarak bakın. Burada anahtar kelimeler: ‘Sakin Ol’ ve ‘Kararlı Ol’dur.

2- Kendini Kabul (Her an ‘Mükemmel Anne’ olamayabiliriz, ki bu, doğamız gereği mümkün değil. Hepimizin zaman zaman sabrı taşar, sesi yükselir. Olumlu ve olumsuz yanlarımızı kabullenirsek onları değerlendirip, sakinleşerek yolumuza devam edebiliriz.)

3- Karşındakini Kabul (Kabul edilen kişi, mutluluk, sevgi ve güven hisseder. Artık ‘Asla’ ‘Hiç bir zaman’ gibi kısıtlayıcı sözcükleri hayatınızdan çıkartın.)

Klasik anlayışta -bizim eğitim sistemimizde de olduğu gibi- tek bir doğru vardır. Post-Modern anlayışta ise bakış açıları çeşitlidir. Olaylara, karşımızdakinin bakış açısıyla görmeye çalışmayı gerektirir. Bunun da tek yolu vardır: İyi dinlemek. Birisi bize açıldığında, akıl vererek, teselli sözcükleri sıralayarak, rahatlatmaya çalışarak görevimizi yaptığımızı sanıyoruz. Aslında bazen yapmamız gereken tek şey dinlemektir. Hem çocuğumuz, hem de arkadaşlarımız, çevremiz için. Sadece dinlemek… Çocuğunuz bir sorunla karşılaştığında ‘Şöyle yap’ demeyin ‘Ne yapmayı düşünüyorsun’ deyin. Yönlendirici değil, destekleyici olun. Ne olmuş en yakın arkadaşınız, mükemmel bir eğitim ve kariyerden sonra ev kadınlığını, tam zamanlı anneliği seçtiyse… Eğer o böyle mutluysa, kimin bir söz söylemeye hakkı var…. Çocuğunuz bir sürü paralar döktüğünüz kursu yarım bırakmak istemişse ne olmuş…”

Çocuk eğitiminde kural kelimesini kullanmaktan çekinmeyin. Kurallar güvenli alan sağlar. Kural koyun ve bunu dile getirin. Tabii durumu mekanize etmeden ve çocuğu boğmadan. Kuralları -Sağlık, güvenlik, sorumluluk, başkalarını düşünmek, çevreye saygı gibi-, belli prensiplere ve mantığa bağlamazsanız, onlara uymalarını bekleyemez, sık sık ‘ama neden’ sorusuyla karşı karşıya kalırsınız.. Unutmayın, patron sizsiniz. Çocuğa ‘İstersen elini prize sokma ha? Ne dersin’ diyemeyeceğinize göre, kararlılık önemlidir. Diğer yandan bazı noktalarda esnemelisiniz. Küçük çocuğunuz sürekli merdivenlerden inip çıkmak istiyorsa, ona en güvenli şekilde bunu nasıl yapabileceğini öğretin”

(Zaten sık sık yapınca, eylem cazibesini kaybedecektir. Tecrübeyle sabit 🙂 )

Bir çocuk, korkuyu da, hayal kırıklığını da, tehlikeyi de öğrenmeli. Bunu deneyimlemeli. Bırakın biraz da sorunları, hatta ufak kompleksleri olsun. İnsanı karakter yapan sıkıntıları ve eksiklikleridir. “

Unutmayın, o kozadan er-geç bir kelebek çıkacak. Ama renkli… ama değil…

 

“O kozadan er-geç bir kelebek çıkacak” için 9 yorum

  1. Kalemine sağlık Görkemcim, çok güzel bir yazıymış, çok beğendim. Her şeyi çok bildiğimizi sanarak çocuk büyüten bir nesil olduk. Oysa ne çok şeyi bilmiyoruz…

  2. Benim oğlum da bu yıl ilkokula başlayacak, yazınız resmen hislerime tercüman olmuş..Renkli mi olur renksiz mi bilemem ama umarım benim kelebeğim kozasından çıktığında mutlu bir kelebek olur 🙂

  3. Çok güzel bir yazı olmuş. Çocuklarımızın her yaş döneminde benzer kaygıları ve merağı yaşadık, yaşıyoruz. Anneler olarak yalnız değilsiniz, yalnız değiliz. Umarım kelebeklerimiz ömürleri boyu mutlu olurlar…

  4. Görkemcim geçen seneki yazın beni duygulandırdı.

    Tek temennimiz onların mutlu birer çocukluk geçirmeleri, mutlu birer birey olmaları, mutlu olacakları işi yapmaları. Ama her ne olursa olsun dediğin gibi onlar bizim hep gururumuz olacaklar.

Yorum bırakın