Çocuklara aileleri tarafından ideolojik, siyasi veya inançlarla ilgili düşüncelerin dayatılmasından hoşlanmam. Çocuğuma, mecbur kalmadıkça bu tür konularda gereğinden fazla açıklama yapmamaya çalışıyorum. Henüz kendi minik yaşamıyla ilgili doğruları-yanlışları yeni yeni ayırdetmeye başlamışken, bizim bile tam olarak kavrayamadığımız şeyleri nasıl özümseyebilir ki? Hiç kimse, körü körüne bir şeylere bağlanmamalı. Özellikle de çocuklar…
Rüzgar iki buçuk yaşına geldiğinden, anlaşılır şekilde derdini anlatabildiğinden beri bu konuda ne yapabilirim diye düşünüyordum. Mesela karşıma alıp, (ben o şekilde düşünüyor olmama rağmen), “Rüzgar, en büyük Türk Atatürk”tür şeklinde bir düşünceyi dikte ettirmek istemiyordum. Sonunda şuna karar verdim: Biz ailesel alışkanlıklarımıza devam edelim; bizde pek önde gelen bir adet olmasa da eşimin ailesi için çok önemli olan bayram ziyareti-el öpme merasimi gibi geleneklere de tanık olsun, annemlerin evindeki, sofraya herşeyin konulduğu, isteyenin tabağını eline alıp bir koltuğa yayıldığı uzun akşam yemeklerine de… Sonra kendisi nasıl isterse öyle yaşasın…
Bu yüzden iki yaşından beri bayram törenlerine götürüyoruz Rüzgar’ı. Düşünsel anlamda bir ön konuşma,, öğreti vs… gibi olaylara hiç girmiyoruz. Sadece “Bu gün Çocuk Bayramı, onu kutlamaya gidiyoruz. Çocuklara bu bayramı Atatürk armağan etmiş” diyoruz mesela. Dün de, sabah kahvaltımızı ederken “Tatlım, bu gün Cumhuriyet Bayramı. Gece, onu kutlamak için fener alayına gideceğiz” dedim. Öğlen uykusundan “Fener halayıııııı” diye uyandı 🙂 Gece dışarı çıkmak ona çok enteresan geldi. Arabaya yürürken, “Anne hava gece olmuş, ama biz sokaktayız” diyerek hayretini dile getirdi (Çok olağandışı bir durum olmadıkça, Rüzgar’ın yatağa gidiş saati değişmez. O doğduğundan beri çok rahat edeceğimizi bildiğimiz ev ziyaretleri dışında, gece dışarıda program yapmıyoruz)
Sonuç: Gecenin başında kalabalık, marşlar, bağırışlar onu biraz gerdi. Kısa bir süre sonra o da coşkuya katıldı. Havai fişeklerden korkabileceğini düşünmüştüm fakat sevinç çığlıkları attı, bitince de çok bozuldu. Deniz kenarında yürüdü, polis memurlarıyla şakalaştı, çöp kamyonlarını hayranlıkla izledi. Kısacası sanırım “gece hayatı”nı benim oğlum pek sevdi.
Küçük bir ek: Törenden dönerken Rüzgar deniz kenarında balık tutan bir adam gördü ve merakla ona yaklaştı. Adam, tuttuğu balıklardan birini uzattı. Bu arada ben neredeyse fenalık geçiriyordum çünkü böyle ölmüş hayvanları ne görmeye, ne de yemeye dayanabilirim. Tabii ben oğlana çaktırmadım, sadece içimden “ıyyy, olamazzz” diye geçirmekle yetindim. Bizimki, kırk yıllık hal görevlisi gibi, balığı adamın elinden zart diye kaptı, “anneee, baaak” dedi. Benim sanırım o sırada betim benzim atmıştı 🙂 “Hihi, çok güzel” falan diye bir şeyler geveledim. Bu arada kara kara, “Bu balık neden ölü, neden yüzmüyor, amca neden yakalamış?” gibi sorulara kendimi hazırlıyordum, neyse ki sormadı.
Çocuklarımızın, torunlarımızın “bağımsızlık” kavramını; önemini, büyüklüğünü, içinde yaşadıkları aydınlığın değerini bilerek koruyacakları günlere umutla, Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Çok güzel bir yazı ve çok şeker resimler. Kalemine sağlık Görkem!
Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun! :))
sagol neco’cum… sevgiler!