Güzel oğlum, kelime dağarcığı genişledikçe, cümleleri uzadıkça, daha da komik bir adam oldu çıktı. Çocukların fütursuzluğuna, akıllarına geleni pat diye söyleyivermelerine, canları bir şey istediğinde, buna engel olmak için hiç bir güdü geliştirmemiş olmalarına hep hayrandım zaten. Anne olduğumda ise bu dünyanın zenginliği iyice başımı döndürmeye başladı. Mesela Pazar günü, İstanbul’dan dönerken uçakta koridorda dolaşmak istedi. İzin vermedim. Rüzgar bunun üzerine ne yaptı??? Annemle benim ortamızdaki yerinden hafifçe kaykıldı, koltuğunun altına doğru süründü, ben ayağından tutmaya fırsat bulamadan, SAT komandosu şeklinde, alttan alta en son sıralara kadar ilerledi. Rüzgar’ın nerede olduğunu, insanların hafifçe dalgalanmalarından ve çıkardıkları “Ayy”, “Uyy”, “Amanın bu da ne!” tarzı nidalarından takip edebildim. En son bir adam, ensesinden tutup, kedi yavrusu gibi getirdi Rüzgar’ı yanıma. Zar zor yerine oturttuğumda, Rüzgar uzunca bir süre direndi, annemle bir olup zorla kemerimi bağladığımızda “Beri pencereyi açın yaaaa” diye bağırıyordu. (Düşündüm de, bu durum genetik olabilir. Anneannem de, kafasının artık iyice karışmaya başladığı yıllarda, uçakla gittiği bir seyahatten dönüşünde “nasıl geçti?” diye soranlara, “Uçak çok rahattı çok. Hostesler pek kibardı. Hatta bir ara pencereyi de açtım, püfür püfür geldim” deyince, hemen ilaçlarının dozajını yükseltmiştik 🙂 )Bundan beş altı yıl önce, uçakta böyle bir manzaraya şahit olsam “Cık cık cık, hiç terbiye vermiyolar ki çocuklarına, şımarık şey!” derdim. Şimdi tükürdüğümü yalıyor ve üzerine “Yarabbi şükür!” diyorum 🙂 İşte bunlar, “Dayağın cennetten çıktığı anlar” olarak tanımladığım zamanlara örnek. Ben tabii ki çocuğumu dövmedim. Ama ne yaptım: Annemden öğrendiğim, gözlerimi kocaman açıp pörtletmek suretiyle beş numaralı bakışımı atıp dişlerin arasından konuşarak elde edilen tehdit edici tonla “Rüzgar, kendine gel!” dedim. Peki kardeşimin ve benim, maruz kaldığımızda altımıza etmememizi sağlayan bu yöntem işe yaradı mı? Sizce ?????
Şimdi lütfen şöyle buyurun, son maceralarımıza doğru…
İstanbul dönüşü, sabah, annesi Rüzgar’ı yanında buluverir. Uçaktaki tavırlarından dolayı ona kızdığından, etkilenmesinden korkarak, sorar:
Görkem: Rüzgar’cım, sen gece bizimle yatmışsın, duymamışım hiç.
Rüzgar: Evet anne.
Görkem: Neden geldin, (Rüzgar’a “korktun mu” sorusunu sorulmamaktadır hiç, malum eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmeme meselesi) beni mi özledin?
Rüzgar: Yooo…
Görkem: Eee, neden peki?
Rüzgar : (Çok gizemli, Haley Joel Osment vurgusuyla, fısıldayarak) Kulağıma rüya sesleri geldi anne.
Görkem: (İç ses: Anneciimm, tüylerim ürperdi ya)
§§§
Pazar günü, her zaman olduğu gibi, babaannelere kahvaltıya gidilmiştir. Rüzgar’ın en sorunlu öğünü kahvaltı olduğundan, Görkem, kendi ruh sağlığını koruma açısından önce onu yedirmiş, sonra kahvaltı masasına oturulmuştur. O sırada Rüzgar yerde arabalarıyla oynamaktadır.
Rüzgar: Babaanneeee, gel beraber oynayalım.
Babaanne aslında torunu için dağları aşmayı göze almış olsa da Görkem’in kaş/göz hareketleri ile gerekli cevabı verir.
Babaanne: Rüzgar’cım kahvaltım bitsin, gelirim.
Rüzgar: Bitmesiiin, şimdi geeell!
Babaanne: Ama karnım aç.
Rüzgar: Neden? Göbeğine baksana… Çatlayacak gibi zaten…
Görkem utana sıkıla, masanın geri kalanı hönkürerek kahkahalara boğulur.
§§§
Sabah, okul kapısında eziyet saatleri. Rüzgar içeri girmemek için binbir takla atmakta, öğretmenine de annesine de çeşitli işkencelerde bulunmakta, annesinin elini sıkı sıkı tutmakta, gitmesine izin vermemektedir. Anne, çaresizce bir oğluna, bir saatine bakar, öğretmeni durumu anlar, Rüzgar’ı oyalamak için şarkı söylemeye başlar:
Merve: Rüzgar, hadi en sevdiğin şarkıyı söyleyelim “Bay Mikrop Bay Mikrop, beni hasta edemezsiinnn”
Rüzgar, küçümseyici tavırla şöyle bir bakar ve cevap verir:
Rüzgar: Yalnız, ben klasik* müzik dinliyorum.
(*Klasik kelimesini lütfen la hecesini inceltmeden, Nihat Doğan vurgusuyla okuyunuz)
§§§
Rüzgar, anneannesiyle kudurmaktadır. Anneanne iyice yaklaşır, gıdıklamaya başlar. Rüzgar o sırada, anneannesinin göz çevresindeki kırışıkları farkeder ve bu durum çok dikkatini çeker.
Rüzgar: Anneanne, buraya n’olmuş?
Emoş: (Aptala yatar) Ne gibi?
Rüzgar: Burası neden… kırılmış?
§§§
Rüzgar: Anneciiiiğğmm, bana kızgınlığın geçti mi?
Görkem: Geçti tatlım…
Rüzgar: O zaman neden bi kaşın öyle hâlâ havada?
§§§
Görkem, ertesi günkü toplantısı için akşam kuaföre gitmiş, Rüzgar’ın yatma saatine zar zor yetişmiş, kan ter içinde, özlemle hemen odasına koşmuştur.
Görkem: Rüzgaarr, bak yetiştim sana kitap okumaya.
Rüzgar: Ama anne sen neden koğföre gittin?
Görkem: Daha güzel olmak için.
Rüzgar: Ama ben güzel olmanı istemiyorum. Seni istiyorum.
Görkem’in gözleri dolar, ne cevap vereceğini bilemez, sıkı sıkı sarılır kuzusuna.
He he çok şekermiş yav uçak hikayesi 😀
balık çorbası ?
Berk’e de haber et Gorky…
Balık partisi bu gün ajansta şekerim;)
Sen gel buraya…
Allahtan uçakta diilmişim 😛
sırf bu yüzden bende artık emir le birlikte uçağa binmek ten çekinir hale geldim..adamın çenesi hiç durmuyor uçakda.şımarıklık diz boyu hal alıyor.çocuğu kesinlkle rakım fena etkiliyor ve içine şeytan kaçmış gibi oluyor.ve ben tabiki öfkeden ve utançtan , hangi yeri kazsamda dibine girsem diye bakınır bir hale geliyorum.neyse bu yazıyı okuyunca yanlız olmadığımı hissettim…
Yok canım, rakım falan hikaye. Potansiyel var bizimkilerde de ondan:)
harikasın görkemcim……
Sen de öylesin canım:))
Şimdi bizim vede durum şu: Kocayla şu an birbirimizi boğmak isteyecek kadar gıcığız. Karşılıklı laf sokmalardan sonra boğazlama faslına geçildi kısaca. Ve ben bir karış suratla oturuyorum. Oturuyordum daha doğrusu. Ta ki buraya gelene dek. Bütün ciddiyetimi alıp götürdünüz rica ederim:)
Yaa aslında acaip pişmanım sevgili kocama blogumdan bahsettiğime. Dilediğimce içimi dökemiyorum, bunlar beynimin RTÜK süzgecinden geçmiş hali düşün 🙂 Yalnız değilsin kısacası 😉
Ben de çok pişmanım.. İşte kendimde yazamayıp sana döktüm içimi.. istersen sen de bana alakalı, alakasız yazabilirsin:)
Çok iyi yapmışsın. Hani eskiden kadınlar ocağa yemeği koyup ayaklarında pofuduk terlikleri, ellerinde anahtarlarıyla komşularına giderdi ya içini dökmeye… Bizimki de o hesap işte 🙂