Başlığımı abartılı bulanlar olduysa, hemen hayatımdan bir özet geçeyim size:
• Kardeşimin doğduğu özel hastanede, doğumundan sadece bir hafta sonraki dönemde, onlarca bebek kaçırıldı. O zamanlar medya bu kadar güçlü olmadığından olay, zamanın tozlu raflarında unutuldu. O bebeklerden biri kardeşim olabilirdi.
• Çeşitli çalkantılar sebebiyle, ilkokulu iki ayrı şehirde, beş ayrı okulda okudum. Hiç bir zaman üst üste iki sene aynı sınıf arkadaşlarımla olmadım. Bu yüzden net olarak sadece beşinci sınıftaki arkadaşlarımı hatırlıyorum.
• Üçüncü sınıftayken bana kamyon çarptı (Gülmeyin, gerçekten çarptı 🙂 ) Ya da ben kamyona çarptım, tam bilemiyorum 🙂 Kafatasım çatladı, ortakulağım delindi. İki sene korkunç baş ağrılarıyla, duymayan bir kulakla geçti.
• İstanbul’un köklü kolejlerinden olan ilkokulumdaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimiz, ruh hastasının tekiydi. Bize durmadan ruhlardan, cinlerden, şeytandan bahseder, bütün sınıfı karanlık yemekhaneye indirir, sessizlikte tüm kötülüklerin sesini duyabileceğimizi iddia ederdi. Korkudan aklımızı kaçırırdık. Daha sonra adamın, şimdi adını telaffuz ederek reklamını yapmayı istemediğim bir cemaatin üyesi olduğu ortaya çıktı. Hemen o okuldan alındım. Kabuslar da üzerime kar kaldı.
• İstanbul’dan İzmir’e taşınmaya karar verdiğimiz yıl, Türkiye’de eğitim sistemi değişti. Eski sistemde okuduğum kolejden kaydımı aldığımızda, İzmir’de çoktan yeni sisteme geçildiğini öğrendik. Hiç bir okul beni kabul etmedi. Annemle okul bahçelerinde, ellerimizde dosyalarla süründük. Sonunda zar zor beni kabul eden bir okul bulduk da, liseden mezun olabildim. Son iki senemin “rüya” gibi geçtiğini söylememe gerek yoktur heralde 🙂
• Hayatımın aşkıyla evlendim. Evlendikten altı ay sonra, daha tüm kolilerimizi açmamışken, eşim şube değiştirdi ve İzmir’den Antalya’ya taşındık. Gıcır gıcır eşyalarımız, daha kullanılmadan mahvoldular.
• Bir buçuk senelik bekleyişin ardından hamile kaldım. İki defa düşük tehlikesi geçirdim. Tam “artık rahat bir nefes alabilirim” derken üçlü testte yüksek “Down Syndrome” riski çıktı. Perinatolog, bebeğimin kalbinde sol ventrikülde hiperekojen odak tespit edince (Tanı, başlı başına bir Down Sendromu belirtisi olmamasına karşın, bu sendromu taşıyan çocuklarda da çok sık görüldüğünden) düşük riskiyle sürdürülen bir hamilelikte çok tehlikeli olan amniyosenteze karar verdik. Kabuslarla geçen yirmi bir koca günün ardından “Karyotip normal” raporu elimize geçtiğinde, bebeğime bir türlü tam anlamıyla bağlanamamış olmaktan o kadar vicdan azabı duyuyordum ki, sevinemedim bile.
• Hamileliğim süresince haftada altı gün, günde on iki saat çalıştıktan sonra, son iki ayımı, anneciğimin kollarında, göbeğimi yaya yaya geçirme hayaliyle İzmir’e geldim, o hafta doğum yaptım 🙂 Doğumun ardından, annemden uzakta 1680 gramlık bebeğimle kalmaktan korktuğum için tekrar Antalya’dan İzmir’e döndük.
• Çok zor geçen ilk aylardan sonra, sekiz aylıkken oğlum ameliyat oldu.
• On sekiz aylıkken, minik oğlum, bir kez daha ameliyathanedeydi.
• Rüzgar’ın ameliyatından az bir zaman sonra babama kanser teşhisi kondu.
• Babam radyoterapiye gidip gelirken, Rüzgar çok ağır bir bronşiolite yakalandı. Hastaneye yatırılmaktan son anda kurtuldu.
• Babam kanseri yendi, annem kalp krizi geçirdi. Sigara, içki, kilo problemi olmayan annem, 59 yaşında by-pass oldu.
• By-pass operasyonundan bir ay sonra, annem tekrar kriz geçirdi ve operasyon sırasında değiştirilen damarlarından biri yeniden %100 tıkandı.
• Artık sinirlerim daha da laçkalaşamaz derken evimize hırsız girdi, neyim var neyim yoksa aldı, alyansımı bile… (Evet, sadece bana ait olan takılar çalınmıştı 🙂 )
• Babamın hastalığı nüksetti, babam savaşmaktan yoruldu, vazgeçti… gitti…
• Tam hayatımızı az buçuk düzene sokma yoluna girmişken, sevgili kocam, dün ameliyat oldu. Bu karmaşanın arasında çok küçük bir olay şüphesiz ama sanırım artık bana biraz fazla geldi.
Eğer bu bir sınavsa, akıl sağlığımızı yitirmeden buralara kadar geldiğimiz için ailecek yıldızlı pekiyi derecesini hakediyoruz sanırım.
Bu kadar kasvetin ardından, biraz da yüzümüz gülsün:
Dün… Ameliyat sonrası…
Doktor odaya girer:
Doktor: Geçmiş olsuuunn.
Ümit: Mrrrgghh!
Görkem: Sağolun
Doktor: Ameliyat iyi geçti. Yalnız burnunuza hafif de olsa darbe almamaya dikkat edeceksiniz. Ben sizi yatılı kaydettirdim ama dilerseniz evde de dinlenebilirsiniz.
Görkem: Aaaa, ne güzeell. (Bir an duraksar) Ama şey…
Doktor: Evet?
Görkem: Bizim üç yaşında bir oğlumuz var da…
Doktor: Haa, siz mümkün olduğunca hastanede kalın o zaman. Hatta bu ara pek görüşmeyin oğlanla en iyisi.
Doktorumuzun da bir erkek çocuğu olduğunu böylece anladık.
Görkemim canım benim.. Tekrar gelmiş, geçmiş geçmiş ve artık son olsun inşallah. Facebook’ta paylaştığın anda aslında sana yukarıda yazdıklarının bir çoğunu bilerek; “Umarım artık ömrünüzün sonuna kadar bir daha hastaneye gitmezsiniz, bu sonuncu olur inşallah” demek gelmişti, şimdi diyorum. Ve tüm bu yaşadıkların seni bu kadar güçlü kılarken; en çok da Rüzgar’ı hayata sımsıkı bağlayan ve dimdik ayakta tutan temel taşlar aslında. Büyüdükçe hayatın değerini tam anlamıyla bilen, ailesini çok seven ve başarılarla dolu kocaman, ulu bir çınar olacak! Sanki fal bakmışım gibi yazdığımı farkettim a sadece hissettiklerimi söyledim. Seni çok seviyorum güzel arkadaşım!
Hep sağlık ve mutluluk dolu günler, aylar, yıllar geçirmen dileğiyle…
Ben de seni çook seviyorum. İyi ki varsınız…
canım benım yaaa…
Son kısımları az cok bılsem de baslangıcı bu kadar net bılmıyordum… Artık son olsun!!!! Bundan sonra anlatacakların, yazacakların hayallerının ve kurgularının bır sonucu olarak yaratacagın guzel hıkayelerınde kalsın….! bi’tanesın sen! Yanımda olmanı ıstedıklerımden… Insallah bır gun kesısırız; cok ıcten dılıyorum bunu:)
Klavyenin öte tarafından bile yetiyorsun canım arkadaşım benim.
canim benim , daha da once dedigim gibi, artik sen honorary mother theresa odulunun sahibisin 🙂
Artik butum dualarimiz sizle, bu son bir epizod olmus olsun, ailecek saglikli bol gulucuklu gunlere …
what dosent kill you makes you stronger
xx
I guess I’m strong enough 🙂 🙂 🙂
Canıımm, sen dünyanın öbür ucundan gelip, küçük çaplı bir alem yaptığımızda daha iyi olacağım, eminim. Ödülümü de getir gelirken 😉
Görkem, bunları yaşarken mutlaka etrafından duymuşsundur hatta belki sinir bile olmuşsundur ama gerçekten beterin beteri var inan. Aslında böyle uzuuunnn bir yazı da ben yazabilirim. Hatta yazı dizisi bile çıkar benim hayatımdan. Ama burada sadece örneklemek için bir kaç tanesini geçeceğim:
1-Evlendiğimiz gece düğünden çıkıp eve giderken trafik kazası geçirdik ve kendimizi gelinlikle damatlıkla acilde bulduk. Eşim iç kanama geçirdi, biraz daha geç kalsaymışız veya kanamayı farketmeselerdi kaybedecektik. Yoğun bakımda kaldı, dalağı alındı, 10 kaburgası ve leğen kemiği kırıktı. Aylarca koltuk değnekleriyle dolaştı.
2-Ben bu yaşadıklarımdan ötürü ( gelin arabasında kucağımda kanlar içinde baygın yatan kocama bakarak avaz avaz ambulans diye bağıran ben balayında olacağımıza günlerce hastanede kaldığımız için, kolum askıda olduğundan eve çıktığımızda bırak kocamı kendime bile bakamadığım için dahası kocamı kaybetme korkusu yaşadığım için ) tam da eşimin iyileşmeye başladığı dönemlerde sinir krizleri, nöbetler geçirmeye başladım. Günlerce beynimde birşey olmasından şüphelenildi. Uyuşma ve güç kaybı, baş dönmesi yaşıyordum. Mr, tomografi derken psikolojik olduğu anlaşıldı. İlaçlar almaya başladım.
3- Biz iyileştik annemde pemfigus vulgaris denen bir illet çıktı. Gezmedik doktor kalmadı. Tedaviler, tedavilerin yan etkileri, kortizon, insülün vs.anneciğim bir eridi bitti iğne ipliğe döndü, bir şişti, fıçı gibi oldu, psikolojisi alt üst oldu.
4-Evimize bir kez eşimin işyerine 5 kez hırsız girdi. Alıp götürdükleri bir yana girerken çıkarken verdikleri zarar, özel eşyalarımıza kopasıca ellerinin değdiğini, mahremiyetimize girdiklerini bilmek
5-eşim de mastozitozis denen bir illet çıktı. Yine doktor doktor gezmeler, ölüm korkusu, tedaviler tedaviler
6-ilk bebeğimizi genetik test ile down sendromu teşhisi ile aldırmak zorunda kalmak buna karar verene kadar psikolojik baskı, yaptıktan sonra hiç geçmeyen vicdan azabı
7-ikizlerimi 30 haftalıkken doğurmak, 1 ay süren hastane küvez maceramız eve aletlerle oksijen tüpü ile çıkmak
vs vs vs vs uzar gider böyle
Neticede şunu söylüyorum : Gerçekten beterin beteri var ve sonu iyi biten her şey iyidir, herşeyde de bir hayır vardır. :))))
Yazını okuyunca önce bir “offf” sonra da “ohhh” çektim 🙂
Gerçekten de çok duydum etraftan beterin beteri var sözünü, sinir de oldum, evet 🙂 Fakat artık gerçekten senin de söylediğin gibi o “Allahım, neden ben?” aşamasını geçtim. Oğlum yoğun bakımdayken, senin gibi aylardır umut/umutsuzluk arasında sürüklenerek oraya süt taşımaktan bitap düşmüş anneleri tanıdıkça, Melek Nehir’in annesi Zeynep’i okudukça, annemin operasyonu sırasında üç günlük bir bebeğe anjiyo yapıldığına şahit olunca, kardiyoloji yoğun bakım’da tanıdığım (daha sonra ayrıca bir yazı konusu yapacağım) cesur çocukları ve onların koca yürekli kahraman annelerinin mücadelelerini gördükçe, şükretmeyi ve yaşadıklarımı hayatın bana yaptığı densiz şakalar olarak algılamayı, ağlanacak halimize gülmeyi öğrendim. Bundan sonra daha sakin hayatlarımız olsun, sıradanlıktan sıkılalım hatta, Allah küçük mucizelerimize sağlık versin 🙂
aminnnn güzel görüşlü yine de esprili güzel kadın
Aminn…
ben yine de senin gibi ve hatta annen gibi güzel ve gerçek gülümseyen başka kadın tanımıyorum 🙂
yeni gelen ruhlar biz dünyay iyi bakamadığımız için uyumlanmak üzere fazla operasyon geçirmek zorunda kalıyor sadece bize öğretmek için …
ve sen sadece görmüyorsun diye o yok demek değil…
bu dünya sadece bir ilizyon..hass…ktr ben de diyorum kendime elif tabureden düşüp vajinası yırtılıp 5 gün sonda ile yatıp kalktığında yürümeyi zor hatırladığı vakamızda ben dedim ki : tamam kontrolü bırakıyorum elifin mutlulğu için insanların ağzına etmeyi de…çünkü kontrol zaten bende değil…ha eğer kotrol bendeyse o zaman sadece kendimi kontrol edebilmeliyim başka hayatları ve dünyayı değil….
yine de gülümseyebildiğine göre…
kimbilir ne muhteşemlikler vardır hayatında…
bence sen her sene sınıf değiştirmiş biri değil lise bir de cumhuriyet gazetesi okuyabilen , hayatının sınırlarını nezaketle çizebilen, son derece yaratıcı muhteşem bi güzel bi kadınsın…
biraz kendini mi fark etsen acaba…bilmiyorum…çok biliyomuşum gibi de yapamam ahkam da kesemem…
ama sen kalbindeki vijdanını ve aklını aşkal yoğurmuş bir kadınsın benim için…
fark et… ve devam et….
ha bu arada yazmayı unutmuşsun lisede eve dönerken gözlerimin önünde size araba çarptı..senin ayağın kırıldı…e tabi bu kadar şeyden sonra ilerlemek istemiyosundur hayatta…ama hiç belli etmedin…hala da etmiyorsun bütün bunlara şaşırdım…tecrübelerimizi aşkla yoğurma zamanı…
bence bitti başardın….artık arkana yaslan….ve sadece izle…..seni seviyorum….
Beyza’cım, bir iki dakika ne yazacağımı bilemeden kalakaldım. Sen kocaman kalpli, zor zamanlarımda, sadece bir kaç satırınla içime sular serpmiş, beni gülümsetmiş bir insansın. İz bırakanlardansın.
Kaza olayını da unutmuşum bak.
Bu arada Elif’in başına gelen, bana da olmuştu biliyor musun, şemsiye yüzündendi benim, 5-6 yaşlarındaydım. Bak onu da yazmamışım. Geçiyor… gidiyor… hayat akıyor…
Tüm sevgimi, minnet duygularımla gönderiyorum sana ve pofuduk yanaklıya.
yazım hataları için üzgünüm…klavye azizliği..ama artık dönüp düzeltmiyorum..bi dahaki sefere daha dikkatli olurum…<3
Blogunuz vs varsa okumak isterim
bazı insanlar hayata 1-0 yenik başlar ve öyle devam ederler.sınanma dünyasındayız.yaşadıkların gerçekten çok zorlayıcı ,isyan ettirici seviyede.ne derce sabır çekersen o derece halin kötüden iyiye geçecektir bence.hem isyan et,bağır ,çağır dememizin daha büyük felaketlere zemin hazırlayacağını biliyoruz değil mi.
inşallah güzel çok güzel günler bekliyordur seni ve aileni.diliyor ve umuyorum.
Çok teşekkür ederim,sizleri de inşallah.
İsyan etmenin faydadan çok zarar getirdiği tecrübeyle sabit artık 🙂 Hatta daha da enteresanı farkettim ki olgunlukla kabullenmek de aynı olumsuz etkiyi yaratıyor, bir şekilde çağırıyor yine kötüyü. En iyisi engel olamadığın şeyleri, hafiften görmezden gelmek, üzerinde şaka yolu dahi olsa konuşmamak galiba, çocuk eğitiminde olduğu gibi.
valla yawrum muhteşem düzenli bir hayatım yok, kitaplara göre yaşamayı beceremeyince bıraktım…ve her defasında içimden bi ses şöyle diyor ”korkma, ne biliosun hayatının altından daha düzgün olmayacağını” bıraktım gidio artık…işyerini devretmek üzereyiz seferihisardaki evimizi satılığa çıkardık…Maddi olarak sıkıntılı GÖRÜNÜYOR …ama sadece görünüyor artık..ya duygularım öldü ya da moronlaştım tam bilemiyorum ama o an ne gerektiriyorsa onu yapıyorum artık ve yapamadıklarım için kendimi lanetlemeyi de bıraktım…Ben rüzgara bakınca böyle çok kültürlü dicem saçma olcak ama çok inisiyatif kullanabilen bi çocuk görüyorum..popomu yırtarak söylüyorum yeni nesil biz parçalansak da bizlerin kalıbına girmeyecek girmiyo…ama hakkaten evren şakayı sevmiyor hep olumlu cümlelerle devam etmek..o zaman beyin yeni nöronlar salgılıyor gerçekten ve senin modun değişiyor..modunun değişmesi enerjinin yükselmesi demek ve evrene göre yüksek enerji düşük enerjili durumları kendine uydurmak zorunda..aslında olaylar olmaya devam ediyor felaketler de ama sen odak değiştirdiğin için sadece yüksek enerjili olaylara denk geliyorsun aslında değişen hiçbişey olmuyor :)) tecrübeyle sabit…ha bunu her zaman yapamıyosun belki her insanla diyaloğun muhteşem olmuyor her zaman ama neticede olan oluyor…Ve görünenin ardı var….ve o ardı ne kadar kendine itirf edersen iyileştiriyorsun…Ama ben ne dediysem sana odağını değiştirmene niyet ettim ama benim için gerçekti…Ölüm de sadece bir seçim….ve her an biz neyi istersek onu seçiyoruz…Ve hazır hissettiğinde yeni bir varoluş seçimi yapmalı…artık hayatımda olgunlaşmak için güzel olan a yaratılan a odaklanıyorum ve bütünün bir parçası olduğumu kabul ediyorum..gibi…ya da aslında yaptığım bu işi hiç sevmiyorum ben (örn) eğlenerek bilmemkaç bin dolar kazanmayı seçiyorum zaten ihtiyaçtan uzağım laylay lom…..sinir bozucu biliyorum ama oluyor…ve 2012 deki kıyamet bu….kimse sevmediği birşeyi yapamayacak..belki okul diye bir sistem kalmayacak…tüm dünya insanları birleşecek ve bunu anlamayan 2012 den önce gidecek….Hiç bir ruh 2,5-3 yaşında değil….uygulamak her zaman yeterince kolay değil….ben de uygulayamadığım anlarda tıpkı AYKUT OĞUT un dediği gibi KOY KIÇINA GİTSİN diyorum..çünkü ne de olsa evrenden torpilimiz var……Yüzmeye de gönderin bence…biz İzmirde olmayacağız..Buradan gelecek nesilleri düşünmemiş atalarımı da affediyorum çünkü ben ödemem gereken bedelleri de size geri veriyorum sizin yeteneklerinizi alıyorum sadece…Ve çünkü MUTLU OLMAK ÖDEDİĞİM BEDELDİR…..
”korkma, ne biliosun hayatının altından daha düzgün olmayacağını” DEMEK KORKMA NE BİLİOSUN HAYATININ ALTININ ÜSTÜNDEN GÜZEL OLMAYACAĞINI DEMEK…YA YAZIM HATALARI NEREDEN DÜZELTİLİO BULAMADIM :)))))
Boşver yaa, tüm yazdıklarının özeti gibi oldu bu durum: Bir şeyler yanlış kalsın boşver, biz akışı anladık 🙂
off, okurken bir tuhaf oldum… benim hayatım çok normal ve rutinken bile ben depresyon ilaçlarına düşmüş durumdayım, utandım kendimden.
ben hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı inancındayım, br de başımıza gelen iyi, kötü her şey için şükretmek gerektiğini düşünüyorum.
umarım bundan sonra sadece güzellikler ve yaşadığınız mutluluklar, sağlıklı günler için şükredersiniz siz de…
Mehtap’cığım, depresyona girmek için mutlaka somut bir problemin olması gerekmiyor. Hatta öyle kişiler “bir elim yağda, bir elim balda. N’oluyor bana” diye sorgulayarak daha da zor bir dönemece giriyorlar.
Şükretmeyi bilmek çok önemli, haklısın. Zaten aksi şekilde kafayı yer insan. Ne güzel yazmışsın, hepimiz, yaşadığımız güzellikler için şükredelim. Gelen dertler de ufak tefek şeyler olsun.