Rüzgar’ın doğum günü partisinden sonra, yorgunluk atmak için, arkadaşlarla bir yerde oturduk, kahve içip sohbet ediyoruz. Çoğumuzun yanında annesi de var. Söz döndü dolaştı, anam-babam usulü çocuk yetiştirme ile modern çocuk büyütme tarzları arasındaki farklara geldi. Annelerimizin biz küçükken yaptıklarını anlatıp yerlere yatarak gülüyoruz, anneler kah utanıyor, kah bizi yalancılıkla itham ediyor, bazen de oh iyi yapmışım, canıma değsin diyor.
Kuzenlerimle Karaburun’da ev kiraladığımız yaz tatilinde başımıza gelen olayı anlatıyorum. Denizden çıkınca bahçedeki duşta yıkanmadan annemler bizi içeriye almazdı. Yazısız bir kural olarak evdeki banyoyu kullanamıyorduk (Şimdi, düşündükçe olayı çözüyorum tabii; Büyük ihtimalle annem ve teyzem tatillerini küvet ovarak geçirmek istemiyorlardı 🙂 ) Her neyse, yine bir gün duş alırken bütün vücuduma iğneler batıyor gibi oldu. Bağırdım tabii. Hemen suyu kapattım, sıramı kuzenime verdim. Suyun altına girince batıyoooo, acıyoooo diye o da ciyaklamaya başladı. Gürültüye gelen annem ve teyzeme durumu anlatmaya çalıştıysak da, bizi doğru dürüst dinlemedikleri için kardeşimle küçük kuzenimi de suyun altına soktular. Nihayetinde, terlik yeme tehditleri ile günlerce bağıra çağıra orada duş aldık. Bir gün nasıl olduysa York Düşesi Annem ve Ana Kraliçe Teyzem de bahçede duş almaya karar verdiler. Teyzem duşun altına girmesiyle Ayyyy bu su çarpıyooor Emooooş dedi anneme. Len biz ne anlatmaya çalışıyoruz bir haftadır size? (İçimden dedim tabii, sıkıysa yüzüne söyle!) Sonuçta biz, bir hafta boyunca rutin olarak aldığımız düşük voltajlı elektrik ile büyük ihtimalle geçirdiğimiz ilk kalp krizinden yırtacağız diye avunuyoruz şu anda!
Doğumgünü partilerine değinmeden de geçmedik tabii. Parti dediğim, sizin de anımsadığınız gibi şöyle bir şeydi: Annemiz dört katlı, kremalı mremalı güzel bir pasta yapardı. Menüde genelde zeytinyağlı dolma, peynirli poğaça, tatlı kurabiye bulunurdu. En yakın arkadaşlar, anneanne, babaanne, bir de komşu çocukları çağırılır, biraz dansedilir, pasta yenir, sonra da anneler çocukları dışarıya postalayıp kendi aralarında eğlenirlerdi. Benim doğum günümde eğlenen neden annemler ve arkadaşları olurdu onu bilemiyorum. Yalnız şunu hatırlıyorum, 12 Haziran doğumlu bir çocuk olarak, öğlen sıcağında dışarıya salındığımız için, çoğunlukla baygınlık noktasına gelir, beyin travmasına ramak kala eve geri çıkmamıza izin verilirdi. IQ’mun aile genelinden düşük olmasını İzmir’de 45 derece sıcaklıkta geçirdiğim doğum günü partilerine bağlıyorum.
Pınar da, benzer bir şeyden söz etmişti. Eğer yanlış aktarıyorsam kusura bakmasın ama sanırım şöyle söylemişti: “Bazı çocuklar yanlarında bulunan, bizlerin “hayali arkadaş” olarak bildiğimiz rehberlerini görürler. Eskiden annemize böyle bir şey söylesek, ya kafamıza şaplağı yer, ya da bir aile dostuna götürülür iyice okunur üflenirdik. Şimdi anneler, bunu keşfetmeye çalışıyor, inanıyor ya da inanmıyor, sorun değil ama hemen hemen hiçbiri “hayır, senin yanında öyle biri yok, uyduruyorsun!” demiyor çocuğuna. Bu yüzden çocuklarımızın algıları daha açık, kolay kolay baltalanmıyor.” Ben konuyu biraz daha ileriye götüreyim. Rüzgar eğer bana böyle bir şeyden bahsetseydi, önce (kabul ediyorum) biraz korkardım, iki-üç gün sonra da “oğlum arkadaşın Rosemary için de bir tabak koymamı ister misin?” diye sormaya başlardım. (Uydurduğum isim biraz ürkütücü oldu galiba 😀 )
Ben, hep söylerim, kitap annesi değilim pek. Çocuğumun yönlendirmesiyle ilerlemekten hoşlanıyorum. Onun kendi dünyasını bilerek ya da bilmeyerek etkilemekten çok ama çok korkuyorum. Erken çocukluk ve bebeklik döneminde kitaplardan, özellikle de Aletha Solter’den çok faydalandığımı kabul etmem lazım ama ne zaman ki Rüzgar konuşmaya, karakterini ortaya koymaya başladı, o zaman ipin ucunu bıraktım. “Kaçırdım” demiyorum, bıraktım. Bu bilinçli bir seçimdi. Artık çocuğumun içgüdülerini yönlendirmesi ile ilerlemeye karar verdim, kararımdan da şu ana kadar pişman olmadım.
Yine de dikkatimi çeken seminerlere katılıyor, bilgilerimi zenginleştiriyorum. Dün TED Bodrum Koleji’nde yapılan “Kurallar-Sınırlar; Nereye kadar?” başlıklı seminer de katılmak istediklerimdendi. Semineri veren Psikolojik Danışman Sibel Peşte, sözlerine benim hep üzerinde düşündüğüm, başkalarında şahit olduğum bir soru ile başladı. Bu soru yukarıda anlattıklarımla tamamen örtüşüyor aslında. Anam-babam usulü ebeveynlik ile modern yaklaşımlar arasında sıkışıp kalmış zavallı jenerasyonumuz için çok önemli bir soru: Burada bulunan herkesin çocuklarına karşı saygılı olduğundan %100 eminim. Ama acaba çocuklarınız size karşı ne kadar saygılı?
Çocuğa saygı göstermek aynı zamanda ona sınırlar ve yasaklar koymak demektir. Çocuğun istekleri göz önüne alınır ama aynı zamanda isteklerinin gerçekleşmesinin neden o anda olanaksız ya da sonsuza kadar yasak olduğu ona açıklanmalıdır. Bir isteğin varlığını kabul etmek ona boyun eğmek demek değildir.
Anne babalar, kimi zaman çocuklarını korumak ile her şeye evet demeyi birbirine karıştırır.
Aşırı hoşgörü, çocuğun büyümesini engelleyen bir tür kötü muameledir. Yetişkinin koyduğu “makul” sınırlar sayesinde çocuklar sorun çözmeye, yeni olanaklara yönlendirilir.
Bizler, daha farklı bir disiplinle büyürken kurallara karşı çıkmak çoğu zaman aklımızın ucundan bile geçmezdi. Eğer yaramazlık yapacaksak “gizlice” yapardık. Duş aldığımız su bizi çarpıyorsa, bunu bir kez söylemeyi dener, sonra çarpıla çarpıla yıkanırdık. Şu anda Rüzgar’ın böyle bir kurban pozisyonuna gireceğini tahayyül bile edemem. Musluğu kapatır, kollarını kavuşturur, net ve kesin bir tavırla “Ben burada yıkanmam” der. Olay biter. (Ki doğru olan da bu.) Diğer yandan, verdiğimiz titreşimlerle özgüven patlaması yaşattığımız çocuklar zaman zaman ebeveynlerde “Ben nerede duracağım” duygusuna neden olabiliyorlar.
Sibel Hanım, ebeveynlerin bu yaklaşımla, zaman zaman dengeyi koruma konusunda güçlükler yaşayabildiğini, bu yüzden kesinlikle kısıtlama anlamına gelmeyen, aslında her çocuğun kendisine güvenli bir yaşama alanı geliştirmesi için gerekli olan kurallar ve sınırlar koyması gerekliliğinden bahsetti. Bu alanı yaratırken, ne çocuğa denemek ve keşfetme olanağı tanımayan çok kısıtlayıcı, aşırı kontrollü, ne de çocuğun kendini yapayalnız hissedeceği denli geniş alanlar oluşturulmaması gerektiğini anlattı. Aynı şekilde tutarsız olmanın da, sınır oluşturma konusunda hem bizi hem de çocuğumuzu zor durumda bırakacağını belirtti. (Amaaan hepimiz böyle büyüdük de ne oldu geyiklerine girmeyeceğim hiç, bildiğimiz gibi bazılarımız normal kaldı, bazılarımız da çeşitli obsesyonlarla birlikte yaşamaya başladı 🙂 )
Sibel Peşte’nin seminerinden aklımda kalan bir güzel detay bilgi de “iç tüzük” konusuydu. İnsanlığın temel yasalarının her ailede aynı olması gerekliliğinin yanı sıra, her ailenin kendine özgü bir iç tüzüğü olabileceğini, bu konuda kendimizi sıkmamıza gerek olmadığını anlattı. O an aklıma Elif’in yazdığı satırlar geldi
Nurtopu gibi bir mücadele konumuz oldu: ”Okuldan eve gelince üzerini değiştir!”
Bunu söyleyen ben değilim aslında… Yani kelimeler benim ağzımdan çıkıyor da, içimde ‘okuldan eve gelince üzerinin değiştirilmesi gerektiğini’ düşünen bir anne var, o söyletiyor bana bunları… Halbuki ne olur ki değiştirmese, çocuk ‘Böyle rahatım’ diyor açık açık. Hem ben de çok severdim okul dönüşü formalı formalı gezmeyi… Ay bi gitsene kadın, rahat bırak beni de çocuğumu da!
Rüzgar da okuldan gelince üzerini değiştirmeye üşeniyor. Ben de aynıydım… Bazen yatana kadar formayla takılırdım. O yüzden Rüzgar’ı da bu konuda rahat bırakıyorum. Onu disipline edeceğim diye kendime hayatı zehir etmiyorum. Üzeri leş gibi oluyor, evet! Hatta öğlen çorbasını yiyip yemediğini formasına bakarak anlayabiliyorum. Ama sonuçta okulda radyoaktif serpintiye maruz kalmıyor yahu bu çocuk, bırakıyorum pisliğine pislik katsın 🙂 Diğer yandan üzerinde tartışılmasının bile kabullenemeyeceği kurallarımız olmalı ve bunlarda kararlı olmalıyız: Güvenlik. Saygı. Vicdan. Sorumluluklar.
Seminerde, sınır konulmayan ailelerde çocukların dışarıda maruz kalacakları kuralları benimseyemeyecekleri, dolayısıyla bocalayacakları konuşuldu. Benzerlerine çokça şahit olduğum için bu konuya da kesinlikle katılıyorum. Bu çocuklar, hedeflenenin aksine, özgüven eksikliği yaşayabiliyorlar.
Çocuklarımızı güzel dinleyeceğiz. Her soruna çözüm bulmak zorunda değiliz, çoğu zaman sadece duygularını anladığımızı hissettirmemiz, paylaşmamız yeterli olacaktır. Cevaplarımızda emir verme, yönetme, uyarma, öğüt verme, çözüm yaratma, eleştirme, yargılama (milletçe bayılırız çabucak yargılamaya), utandırma ya da öğreticilik kaygısı olmadan, sadece dinleyeceğiz. Onları duygularından sorumlu tutamayız ama davranışlarından daima sorumlu tutmalıyız!
Ebeveynlik bence dünyanın en zor şeylerinden biri. Ben sık sık tökezliyorum, ağzımdan istemediğim şeyler çıkıyor. “Bunu nasıl söyledim?” diye hayretlere düşüyorum, zamanı geri almak istiyorum bazen. Ancak Rüzgar Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yedinci yılımda edindiğim bir yetenek var: Mükemmel anne olma çabasıyla hayatı kendime ve oğluma zehir etmiyorum. Elimden geleni yapıyorum, kalanı akışına bırakıyorum. Yukarıda anlattım işte annemi, hala birbirimizi seviyoruz ve gülüyoruz değil mi? “Mükemmel çocuk” yetiştirme hayali yüzünden, bir dağ köyünde “cahil” ebeveynler ile yetişen çocukların kat be kat üzerinde örselenen yürekler gördüm çokça. Hayat çok kısa, mutlu olmak lazım 🙂
Mesela, aşağıdaki fotoğrafta ebeveynlik felaketlerimden birini görebilirsiniz:
Şuraya “Konsept partiler mi, ayyy ne kadar banal, çocuğum çatlasa da patlasa da ben asla yapmam” diyen bir kadın çizelim. Belki şurada da, tükürdüğünü afiyetle yalamış bir anne vardır 🙂
Seminer Kaynakça:
Anne, Baba ve Çocuk Arasında – Dr. Haim G. Ginott
Freud’a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu? / Ana Babalara Notlar – Catherine Mathelin
Meraklısına, Azmi Varan “Prensler, Prensesler ve Kurbağalar; Anne-Babalığın Farkında Olmadığımız Yanları” semineri notlarım için tık tık
Reblogged this on Bir Damla Mürekkebin Düşmüş Çalışma Masama.
Ben annelik hayatımda şunu öğrendim. Asla asla deme😃 yapmam dediğim bir çok şeyi bir bakıyorum farkında bile olmadan yapıyorum. Yıllarca pedogoji eğitimi aldım. Ama hiçbirşey kitaplarda yazıldığı gibi değil maalesef😔 bazen bende öyle şeyler yapıyorum ki aynı dediğin gibi aynaya baktığımda karşımda annemi görüyorum. Ve kızıyorum kendime. ” anne çık içimden rahat bırak”diyorum aynı senin gibi. Ama öyle ya da böyle doğru yolu bana oğlum ve kızım gösteriyor. Sadece biraz sabırlı ve hoşgörülü olmak yetiyor bunu başarabiliyorsak ne mutlu😘
O annenin içimizden çıkması mümkün değil anladığım kadarıyla 🙂 En azından makul bir dengeye oturtabilirsek, ona da şükür arkadaşım!
Görkem gene ne güzel yazmışsın ve de harika çıkmışsınız 🙂
Sağol Fatoş’cuğum….
Gorkem, kahkahalarla okudum :))) Yazdiklarina katiliyorum. Bir sonraki postunda “Peki onlar bize ne kadar saygili?” konusunu iyice desmeni bekliyorum. Konsept aile :))
Deşeceğim deşeceğim, karizmamı yerlere sereceğim ama aklımda 😉
çok beğendim yazınızı :)..evet “peki onlar bize nekadar saygılı” yazınızı sabırsızlıkla bekliyorum 🙂 )
Geliyor, pek yakında 🙂 Teşekkürler, sevgiler…
çok güzel bir yazı hele çarpılarak yıkanma hikayenize çok güldüm:)
Sorma ya, şimdi de annem kıyameti kopardı “beni rezil etmişsin yine” diye… Yalan mı ayol 😀
O forma eve gelince çıkarılacak arkadaş! Biz öyle gördük.:) İlk okula başladığında hergün yıkandı tişörtler. Şimdi yavaş yavaş salmaya başladım. NEden bu formalar beyaz olmak zorunda ki? Kısacası çamaşır faslından kurtulmak için çocuğumu gelir gelmez ” üzerini değiştir kızım” diye kırk defa tembihliyorum.
Ebeveynlik gerçekten zor. Kızım benim aynam biliyorum. benim yaptığım şeyleri o yapınca kızıma kızıyorum, oysa kendini düzeltsene be kadın.
Kalemine sağlık Görkemim.
Sağol canım, ben bazı noktalarda kendime “aferin” diyorum, bazen ise resmen batırıyorum.
Bu sene Rüzgar’ın forma değişti, eskiden tişörtleri lacivert, kırmızı, beyaz renkten istediğini seçiyordun, bu sene tek renk beyaz oldu. Çok dertliyim o konuda çoooook 🙂
çarpılma anına bayıldım 🙂
çocuklarına sınır koymaya çalışan ama hiç beceremeyen bir anneyim ben de. bazen onlara sınır koymayısım bana yol-su-elektrik olarak geri donuyor ama bazen de koymamak hosuma gidiyor. tekrar cocuk olmayacaklar ya diyorum. daha kendi icimde oturtamadım yani durumu 🙂
bu hassas dengelerle ilgili daha cok yazı bekliyorum sizden 🙂
Hassas dengelerin hassasiyetini ayarlayamama ile ilgili olacak benim yazım aslında daha çok. Ama yanlış yapa yapa öğreneceğiz elbet bir gün değil mi 🙂
Görkem Hanım yazınızı büyük bir keyifle okudum…ellerinize, kaleminize sağlık…pozitif yaklaşımınız okuyana kendini iyi hissettiriyor..bu blogla bir çok anneye destek ve yardımcı oluyorsunuz…tebrik ediyorum…Rüzgar sizin gibi bir annesi olduğu için çok şanslı…sevgilerimle..
Çok çok teşekkür ederim… Bence de Rüzgar, eğitim hayatında sizin gibi değerli bir desteğe sahip olduğu için çok şanslı. Tabii biz de 🙂 Sevgiler bizden de…