Lise yıllarımda, Patrick Süskind’in “Koku” (Das Parfum) adlı kitabını okuduğumda, sahip olduğumu önceden farketmediğim bir özelliğimin ayırdına vardım: Kokuları olaylarla özdeşleştirme. Kitapta, koku alma duyusu aşırı gelişen fakat ironik bir biçimde kendine ait bir kokusu olmayan, başkalarının kokusunu çalmak için cinayetler işleyen Jean-Baptiste Grenouille’un ilgi çekici, ürkütücü, dehşet verici yaşamı anlatılıyor. Okumadıysanız, şiddetle tavsiye ederim. Sadece saplantılı bir karakterin analizi değil Koku, aynı zamanda 18. Yüzyıl’da Fransa’daki günlük yaşam hakkında da çok enteresan detaylar var kitapta.
Ben de, insanların değil, daha çok mekanların kokularını hafızama kaydediyormuşum meğer. Kitabı okurken, tümü sanki aniden burnuma çalınıverdi. Mesela fırında pişmekte olan revani kokusu bana ilkokulu hatırlatır. O zamanlar Özel Dost İlkokulu’nda okuyordum. Sık sık tatlı olarak revani yapılırdı. Hatta bu tatlının adı bizim aile arasında “Dost tatlısı” olmuştu. Nem kokusu da liseye, daha doğrusu lisedeki beden derslerine döndürür beni. Soyunma odamız, okula bitişik yapılmış eski bir barakaydı, yaz kış küf kokardı. Daha onlarca koku sayabilirim böyle beni çook uzaklara götüren:
Yosun kokusu: Amcamla Fenerbahçe sahilinde koşturduğum 80’li yıllar.
Su kokusu: (Suyun kokusu olur mu demeyin, basbayağı oluyor) Bir aralar annemle abone olduğumuz Meryem Ana Ayazması ya da çoğunuzun bildiği adıyla Ayın Biri Kilisesi (Ayşe Arman’dan çoook önce keşfemiştik biz orayı). Ayazma’da sürekli akan bir su kaynağı olduğu için kendine has bir kokusu vardır.
Mok Kokusu: İzmir… İstanbul’da yaşadığımız dönem, yazları babam bizi tatile İzmir’e getirirdi. Bütün yol, kardeşimle arabada midemiz feci bulanırdı ama kendimizi tutardık. O yüzlerce kilometreyi aştıktan sonra Altınyol’dan körfeze girince, artık dayanma gücümüz kalmaz, çıkarıverirdik. Neyse ki pratik anneciğim sağolsun, başına geleceği bildiğinden özel kusma torbalarımızı hazır etmiş olur, nasıl becerirse ikimizi aynı anda torbaya kusturmayı başarırdı 🙂 Neyse artık koku falan yok güzel İzmir’in, güzelim denizinde…
Cire Aseptine Krem: Babaannemin mis kokusu
Cacharel AnaisAnais: Anneannemin mis kokusu
Kızarmış ekmek: Pazar sabahları
Tentürdiyot: Çocukken geçirdiğim çok ciddi bir kaza sonrasında beynime kazınan koku. Öyle yerleşmişti ki belleğime, hastaneden çıktıktan sonra ne kadar yıkansam da burnuma geliyordu, Lady Macbeth gibi 🙂
Şimdi hayatımda bir de oğlumun kokusu var, dönem dönem değişen… Hastaneden ilk çıktığımızda, oksijen ile Batticon karışımı bir kokusu vardı bebeğimin. Yoğun Bakım günleri üzerine sinmişti sanırım. Sonra ilk altı ay süt koktu her bebek gibi. Nasıl güzel, nasıl tadına doyulmazdı. Hele ensesiyle boynunun birleştiği yerden kokladığımda, resmen başım dönerdi o kokunun büyüleyiciliğinden. Ek gıdalara geçtiğimizde, kaka kokmaya başladı. Bilirsiniz, yalnızca anne sütü alırken kaka kokmaz, ama o sebzelere geçiş dönemi yok mu, amanın! İnsan ciddi ciddi sevgisini sorgulamaya başlayabilir o zaman 🙂 Okula başladığında, farklı farklı kokular sinmeye başladı üzerine. Ahşap oyuncakların kokusu, battaniyesinin kokusu, durmadan hastalandığından salyayla birleşen sümük kokusu, öğretmeninin parfümü… (Parfüm deyince aklıma geldi, Rüzgar’ı emzirdiğim süre boyunca hiç parfüm, deodorant vs… kullanmadım. Sanki vücuduma yapay bir koku girince aramızdaki iletişim bozulacak, ya da o rahatsız olacakmış gibi hissediyordum. Delice değil mi? Zamanında bize olan aşırı düşkünlüğünden anneme “deli anne” derlermiş, ben de onun yolunda ilerliyorum galiba). Rüzgar’ın gitgide özgürleşmesiyle, taşıdığı koku çeşitliliği arttı. Parktan eve döndüğümüzde paslı demir kokar elleri mesela. Yazları tuz, klor kokar. Havalar soğumaya başladıkça kafası is kokar. Geçenlerde dayısı severken “Aa resmen leş gibi sokak kokuyo bu çocuk” dedi 🙂 “Eee dedim, büyüdü artık, tabii sokak kokacak”
Deli Rüzgar’ımın taşıdığı kokuların masumiyeti günden güne azalsa da, eğer o okuldayken rastlantı eseri yukarıda yazdıklarımdan birini duyumsarsam, burnumun direği sızlar. O an öyle özlerim ki tavşanımı, okula koşup onu alıp eve getirmemek için kendimi zor tutarım. Bir de sır vereyim size: Ensesiyle boynunun birleştiği yer hala süt kokuyor. Yoksa bana mı öyle geliyor?…
Hiç dermiyim yiğenime leş gibi kokuyo die aşk olsun.Dediğin gibi bu arada o körfezin kokusu neydi öle 🙂
Klor kokusu da bana gümüldürü hatırlatır o uzun havuz saatlerinden dolayı.Nedense çilekli bir şurup vardı onun kokusu da anaokulunu hatırlatıyo bana 😀
Kesinlikle katılıorum kokular beni geçmişe götürür farklı bir boyuta geçmiş gibi hatırlarım herşeyi.. Yanlız ben tuhaf bir anneyim oğlumun kakalı bezi bile mis gibi gelio bana 😀 Hatta arada çoraplarını çıkarıp ayaklarını koklayıp öperken buluorum. Kokulara karşı hassasiyetim ( özellikle güzel olanlar tabi yanlış anlaşılmasın :)) ve geç yaşta anne olmak sanırım küçük adamımı kokusunu bu kadar uçlarda ve olağanüstü duymama sebep oldu. Öyle ki o dünyaya geldikten sonra başka hiç bir kokuyu almıorum sanki …
xxx
Birkaç yazınızı okudum ve çok şaşırdım, sadece benim yaptığımı sandığım ya da düşündüğüm şeyleri anlatmışsınız.
Mesela; “emzirdiğim süre boyunca hiç parfüm, deodorant vs… kullanmadım. Sanki vücuduma yapay bir koku girince aramızdaki iletişim bozulacak, ya da o rahatsız olacakmış gibi hissediyordum.”
Instagram’dan sonra burada da sıkı takipçinizim 🙂
İzmir’den sevgiler,
A aaa! Ne güzel, İzmir de ortak noktamızmış hem! Çok memnun oldum 🙂 Sevgiler bizden de…