“Tüm çocuklar, dünyaya prens/prenses olarak gelir. Ama ne yazık ki, büyük bir kısmı sonradan kurbağaya dönüşürler”.
Doç. Dr. Azmi Varan, 30 Kasım 2013 Cumartesi Günü TED Bodrum Koleji’nin düzenlediği, “Prensler, Prensesler ve Kurbağalar; Anne-Babalığın Farkında Olmadığımız Yanları” adlı semineri, Eric Berne’in bu sözleri ile açtı.
Anladım ki, seminer sırasında not almak değil, ses kaydı falan yapmak gerekirmiş. Elim, beynimin hızına yetişemedi desem yeridir.
Azmi Varan, hocalık yeteneğinin dışında adeta bir hitabet ustası. Tavırları, samimiyeti, izleyenleri ile kurduğu iletişim inanılmaz. Eğer bu alanı seçmeseymiş, kesinlikle Türkiye’nin Jay Leno’su olabilirmiş. (Bence hala denemek için şansı var 🙂 )
bireysel hastası olunacak kadar güzel bir adam, sizi iyi etmese de elinize kalkan veriyor bu durum da yaşamda daha güçlü olmanızı sağlıyor. 2-0 yenik başladığınız yaşama (dk.17 anne, dk 24 baba) bir gol atabiliyorsunuz sayesinde
Şimdi sizlere notlarımdan bazı parçalar aktarıyorum… Fakat böyle yazmakla olacak iş değil, mutlaka gidip izlemek lazım, benden söylemesi…
Bir insanın davranışının nedenleri, sorunun yöneltildiği psikoloğun yönelimi ile ilgilidir. Psikolojide kesin yanıtlar yoktur. Bu yüzden de, ne kadar eğitimli olursa olsun, kimse size, “şöyle yaparsan, %100 böyle olur” diyemez. Aynı kişiler tarafından yetiştirilmelerine rağmen, Bir kardeş “öyle” iken, diğeri neden “böyle” olur? Çünkü insanların olaylara verdiği tepkiler farklıdır.
_______________________________________________________________
Dünyanın dilediğiniz yerine gidin, hangi konuma gelirseniz gelin, anne-babanız kafanızın içindedir. Ve bu durum ebeveynlik alışkanlıklarınızı doğrudan etkiler. Olumlu ya da olumsuz, ebeveynlerimizin davranışlarını bir video gibi kaydediyoruz. Bize yansıttıkları beynimizin bir köşesinde çakılıp kalıyor “Çalış, akıllı ol, uslu dur, Yunanlılar kötüdür!” Düşünün, bizim sülalede birisi çocuğuna bir bağırmış, bağırış o bağırış, beş kuşaktır çocuklarımıza bağırıyoruz.
_______________________________________________________________
Anne-babaların çocuklarına bırakacakları en kötü miras, onlara yetersizlik oldukları duygusunu vermektir.
Doğal çocuk, ne istiyorsa yapmak ister. Ama arkadaşlar, bizim memleketimizde, doğal çocuklar katledilir. O zaman da çocuğun enerjisi yok olur, eğlence kalmaz, yaratıcılık tükenir, kafaya format atılır, kütük gibi yaşar gider. Çevrenin istediği uyumlu çocuk bellidir: Akıllı, evinde oturan, öyle parklara marklara çıkmayan… (#direngezi 🙂 ) Doğal çocuk büyüteceğim diye çocuklarımızı tepemize çıkartmayacağız, tabii ki sınır koyacağız, ama sınır koyarken çocuğumuzun doğal yönünü katletmeyeceğiz. Doğal yönü katledilen çocuklar, ya agresifleşirler veya pasif agresif durumuna geçerler. Örneğin, birçok çocuk, pasif saldırganlığını ilk olarak yemek yemeyi reddederek gösterir.
Çocuğunu anlamak mı istiyorsun? Çok kolay. Kendini onun yerine koy.
_______________________________________________________________
Ülkemizdeki erkeklerin en büyük özellikleri, “büyümemişlik”leridir. Çünkü anneleri tarafından kanatları kırılmış erkeklerdir onlar. Maalesef bizde düzen böyledir: Bazı anne-babalar, çocuklarının kanatlarını kırarken bazıları da çocuklarının çocukluklarını ellerinden alır.
_______________________________________________________________
Bunca yıllık hayatımda ne öğrendim: Yetişkinlik hayatı diye bir şey yok! Hepimiz çocukluğumuzda takılır kalırız. Çocukken büyümek zorunda kalanlar da aslında hep çocuk kalırlar. Çocuklarınızın yanında en zayıf yönlerinizi ortaya çıkartıp sizi teselli etmesine sebep olmayın. Kocanızla kavga edip bir koltuğa ağlayarak yığılıp küçük kızınızdan size su getirmesini istemeyin. Veya kardeşin sorumluluğunu büyük çocuğa vermeyin. Lütfen çocuklarınızın sorumluluklarını üzerinize alarak kanatlarını kırmadığınız gibi, çocukluklarını da ellerinden almayın.
Altı yaşındaki çocuğunuza ayakkabılarını giydirirken aslında ona şunu diyorsunuz: “Bunu tek başına yapacak beceriye sahip değilsin. O yüzden ben senin için yapıyorum”. Sürekli sokaklarda çocuklarına “Koşma, düşersin” diye bağıran ebeveynler görüyorum. Arkadaşlar, çocuklarınıza “koşma, düşersin” demeyin. Koşsun, düşsün. Eğer gerçekten tehlikeli bir şey yapıyorsa yanına gidin ve tehlikeyi anlatın. Elini tutun, tutarken “burası biraz engebeli, birbirimize destek olalım, daha rahat yürürüz” deyin. Veya ona anında müdahale edebilecek kadar yaklaşın, gerekirse müdahale edin. Ama ne olur durmadan “düşersin” demeyin. Çocuklarınıza yollarını çizin. Ama yönünü kendileri belirlesin. Çizdiğiniz yol geniş olsun ki, arada sendelesin fakat sendelese de doğru yolu kaybetmesin. Sınırları geniş tutun. Her zaman…
Bir çocuk için en önemli duygulardan birisi, aidiyet duygusudur. Aidiyet duygusunu yıkmanın pek çok yolu var. Bunlardan birincisi özellikle annelerde görülen “Bizim çocuğumuz çok farklı, bizimki dahi” söylemleridir. Bir diğeri de çocuğu bazı “kötü” alışkanlıklardan uzak tutmak adına, toplum içinde yalnız bırakmaktır. Bunu yakın bir hekim arkadaşımın çocuğunda gözlemledim. Her akşam ama her akşam sektirmeden saat 20.00’de yatırılan, asla telefon, bilgisayar oyunu ile ilgilenmesine, azıp kudurmasına, ara sıra kontrolden çıkmasına izin verilmeyen çocuklar var ya, onlardan… Bir süre sonra arkadaşları pop müzik dinlerken onlar çocuğun müzik zevkini bile kendi “yüksek zevkleri” doğrultusunda belirlediler. Kendilerince 4/4’lük bir çocuk yetiştirdiler. Sonra o çocuk 4/4’lük bir kıl oldu. Farkında değillerdi ama bu da ötekileştirmenin bir biçimiydi. Arkadaşları Britney Spears ile zıp zıp zıplar, eğlenirken o, uzaktan sadece bakıyordu. Onu yalnızlığa ittiler.
Çocuk olmak, insanın içinde bir sürü olumsuz kayıt bırakır. Yaşama en fazla damgasını vuran, ilkçağlardaki sözel olmayan davranışlardır. İstediğiniz kadar iyi anne-baba olun, “çocukluk herkesi örseler”
Çocuklar kaybolma oyunu ile aslında ne kadar sevilip sevilmediklerini kontrol ederler. Bir hastam anlatmıştı: Geceleri sürekli kendisini yataktan atarmış. Hep içeriden annesi veya babası “ne oldu” diye koşar mı umuduyla… Bir kere bile gelen giden olmamış. Lütfen çocuklarınıza dokunun. Dokunulan çocuklar daha güzel büyürler. Bu bilim tarafından kanıtlanmış bir gerçektir. Dokunma çocuklarımıza şu mesajları iletir: Emniyettesin… Seviliyorsun… İyi ki varsın…
_______________________________________________________________
Unutmayın, kendisiyle sorunları olan herkes, üzerinde görünmeyen bir tabela ile dolaşır KULLANILMAK İSTİYORUM. Bu yüzden hep “yanlış adamlar seni bulur” “tüm patronların seni yanlış tanır” Tüm olumsuzluklar seni bulur sanırsın, aslında onları üzerine çeken kendinsindir.
Babalara gelince; genelde babaların üç ortak özellikleri vardır:
1) Evde yokturlar
2) Evdeyken de evde yokturlar
3) Duygularını dışavurma konusunda özürlüdürler.
_______________________________________________________________
Bizim kültürümüzde takdir etme yoktur. Bizim kültürümüzde hep yargılama vardır. Birisine iyilik yaptığımızı sandığımızda bile yargılarız. (Ay şekerim yanlış anlama ama bak bu çocuğu çok şımartıyorsun) Oysa, içimizde hep ama hep onaylanmayı bekleyen bir çocuk vardır.
Çocuğunuza ödül yöntemi uygulamak istiyorsanız, vereceğiniz ödül maddi karşılığı olan bir ödül olmasın. Örneğin, beklediğiniz davranışı gerçekleştirdiğinde ona sıkı sıkı sarılın. (Orada bir dur hocam. Şimdi bizim oğlan, aylardır hayalini kurduğu Lego seti yerine, bir kucaklamayla karşılaşırsa pek şefkat besleyeceğini sanmıyorum 🙂 )
_______________________________________________________________
Eğer çocuğunuzun hayata karşı şevkini kırmak istiyorsanız bunu iki şekilde yapabilirsiniz:
1) Onu sürekli eleştirin
2) Onun yerine her şeyi siz yapın.
_______________________________________________________________
Çocuklarımız üzerinde otoritemiz olacak. Ancak otoriteyi sadece gerçek güce dayalı olarak kurabilirsiniz. Gerçek güç; akıl, mantık, sağduyu ve karşıdakine saygıyı barındıran tutumlarımızdır. Yeri geldiğinde kızacağız, sesimizi yükselteceğiz hatta. Ancak bunu yaparken çocuğumuza niçin kızdığımızı söyleyeceğiz. Önemli olan “Yetişkin” yanımızla kızabilmektir, çünkü öfkelenen “Eleştirel ebeveyn” yanımızdır. Çocukları asıl inciten kızmak değil, aşağılama ve hakarettir.
Gördüğünüz (okuduğunuz) gibi, seminer, çözüm önerilerinden çok genel bir içebakış gibiydi. Sadece çocuklarımız için değil, kendimiz için de. Ama asıl final cümlesiyle beni bitirdi.
Sosyal medyada aldığı “like”lar ile mutlu olmak = Okşanma ihtiyacı (Yorum yok 🙂 )
Söylemeden geçemeyeceğim, seminere katılıp o günün akşamına seminer notlarını paylaşan blogger arkadaşlar: Önünüzde saygıyla eğiliyorum….
Ayyy bu yazı beni aldı götürdü her böyle şey okuduğumda kendime bir kızıyorum bir seviyorum acayip karışık hallere giriyorum bunalmış durumdayım resmen.
Şimdi bizim sosyal medya deliliğimizi vurgulayan bu son cümle beni yıktı geçti
Emeğine sağlık Görkem.
Sağol canım. Son cümle beni de yıktı 🙂 Sen ne olur böyle paylaşımlarda “nerelerde yanlış yapıyorum” diye düşünme, doğrularını düşün ve mutlu ol…
Görkemciğim ellerine sağlık iyi ki not alıp paylaştın. Aren her akşam ki eve birşey alıp gittiğşm çok nadirdir, 2 gün üstüste elim dolu gittim diye şimdi bana ne aldın diyor. Ben de bir şey almadım ben geldim sevğimi getirdim diyorum olmazzzzzzz ne aldın diyor 🙂 sakız versem mutlu bu da birşey diyorum 🙂
Ben çoktan bir çocukluk yaşamışım be Görkem bunları okuyunca daha iyi anlıyorum 🙂 Acıların çocuğuyum 🙂
Akşamına yazsamsan veya sabahına bir daha yazamıyorum ben.
Bu arada şu akan noktalar var ya sayfanda göz yoruyor desem bizim kültere uygun eleştiri mi yapmış olurum acep 🙂
Annem umarım burayı okumaz. Benim o gün gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti her şey. O annenin koltuğa yığılıp senden bir şeyler beklemesi anı vardı ya, onu öyle çok yaşadım ki. Belki o yüzden bir yanım hep melankolik… Ve ben de bunun gibi şeyler yüzünden erken büyüyen çocuklardanım.
Noktaları nerden kaldırıyorduk, onu arıyorum bir yandan 😀
Offf soluksuz okudum ve sonra soluksuz kaldım :((
Kendim yazmama rağmen, kaç defa okudum ben de inanamazsın. En çok da “eleştiri” kısmında takıldım kaldım. Yapıyorum bunu ben yaa. Yapmamam lazım 😦
bu kızı yeniden büyütmeliyim 😦 😦 😦
Simge’cim, dün twitter’da yazdım; Azmi Bey seminerin sonlarına doğru ne dedi biliyor musun: “Hataları telafi edemeyeceğinizden korkmayın. Niyet varsa mutlaka telafisi de vardır”
kendime diyecek bir şey bulamıyorum hele de bu aralar…dönüp dönüp okumam lazım…
Zevkle okudum ancak son cümle bitirdi beni…ben o like’larla bir özgüven yaratmaya çalışıyorum sevgili Varan,bana ne olacak?
Annem olsaydı “Özgüven istiyorsan Facebook’da fink atacağına, derslerine çalış da, eve takdir getir” derdi 😀
Eyvah ki, ne eyvah:(Doğru bildiğimiz yanlışlara mııı,yoksa yanlış olduğunu bile bile yaptıklarıma mı üzülsem?!Her gün kendime söz verip de ertesi gün aynen devam ettiğime mı ??Okudum,okudum bir daha okudum…belki bu sefer ders çıkarırım diye:)yaş 6 hala umut var’mıdır dersin?”hataların telafi edilememesinden korkmayın…”denmesi az da olsa ümitlendirdi ….Söylemesi kadar uygulaması da kolay olsa keşke gerçek hayatta…:((((Sevgiler…
Tabii ki umut var. Ben iki haftadır falan bazı kurallar koydum kendime, uygulamaya başladım. Şimdiden değişimi hissedebiliyorum Rüzgar’daki. (O da altı yaşında) Ergenlikte bile geçmişe sünger çekip yeniden başlayabilir insan. Ben inanıyorum… Sevgiler bizden de.
Bu kadar kısa sürede değişimi his edildiyse uzun vadede neler yapılabilir(telafi adına):POkula başlayınca(1sınıfa) daha da bir agresif olması beni çıkmaza soktu açıkçası ve :((
Çok güzel özetlemişsin Görkem. Kalemine sağlık 🙂 Böyle uzaklarda bu toplantılara katılma şansı bulunmayanlar için özellikle. Paylaşıyorum yazını.
Teşekkür ederim Fatoş’cuğum. Hakikaten hasretiz buralarda seminerlere, eğitimlere… Gerçi bende bu performans varken, notları bir hafta rötarlı paylaşınca “neyse ki fazla seminere katılmıyorum” dedim 🙂
merhaba,
ben de ikiz kızlarımı prematüre olarak dünyaya getirdim. daha önceden de blog’unuzu görmüştüm. benim de artık kendime ait bir blog’um var aynen sizin gibi uçmasın anılar yazılı kalsın diye yazıyorum. benzer tecrübeler yaşamış annelerle iletişimde kalmak istiyorum. sevgiler… 🙂 duble anne
Merhaba. Hayırlı uğurlu olsun. Sevgiler bizden de…
Merhaba:) Azmi Varan’ı geçen sene Çevre Kolejinde dinlemiştim yazını okurken tekrar seyrettim gibi oldum ne güzel notlar almışsın:)
Teşekkür ederim, not alınmayacak gibi değildi, ne kadar akıcı anlatıyor değil mi?